Cennetin Soğuk Sesi – Bölüm 7: Tarikat Sınavına Doğru(2)

[Eternal savaşı o kadar büyük bir savaştı ki, bir çift göz ile savaş sahasına bakıldığında görülecek tek şey kandan okyanuslar ve vahşetti. İnsanların şeytanları- şeytanların insanları katlettiği korkunç bir yer, saf ölümün ve korkunun gezdiği bir yer. Hayatta kalan son Şeytan Tanrıların ve İnsan Tanrıların savaşıydı bu, ilk başta birlikte şeytan canavarlarına karşı saldırıya geçmişlerdi fakat sonradan bir insanın ihaneti ile savaş başlamıştı. Hatta kitabın bir yerinde şu şekilde olan birkaç tane cümle geçiyordu]:

<‘-Ah bunu okuyan nacizane ve masum çocuğum, ben bir melezim. Yarı şeytan ve yarı insanım. Bu kitabı yazıyorum ki gerçekleri bilesin, ilk saldırıyı insanlar yaptı fakat şeytan canavarlarını insanların üstüne salan da bir Şeytan Tanrı’ydı, ah çocuğum umarım bunu okuyan iyi bir insandır, çünkü bu kitap düşündüğünden daha fazla anlama sahip. Anlaşma ihmali  insanlar tarafından yapıldı, insanlar gerçek suçlu fakat şeytanlar da herzaman oldukları gibi kötüydüler, insanları biçtiler, köylerini yağmaladılar, şehirlerini yok ettiler, kısacası herşey gerçekte şeytanların başının altından çıktı. Bu kitabı sadece tarih amaçlı yazdım, yazılmış tek örneği olmakla beraber bunu gerçekten anlayan kişiyi benim varisim olarak seçecek. Umarım iyi ve zeki bir insansındır ve kitabı sonuna kadar anlarsın. Çünkü eğer anlayamazsan en sonunda dünyanın başına çok kötü şeyler gelecek.’>

‘İnsanlar ihanet etmişti, hemde şeytanlara! Kudretli olduğumuzu zannederdim, dürüst ve iyi kanlı canlılar fakat bu kitabı birkaç kere okuyup gerçeklerin farkına varınca herşey çok anlamlı ve kapsamlı gelmişti. İnsanlar yaşamak için ihanet etmişlerdi, bunu garipsemiyordum çünkü bende yaşamak için dilenen aptal bir çocuktum sonuçta. Bunu biliyordum, bir insan yaşamak için ne olursa yapardı!’

[Ölüm insanları ve şeytanları rahat bırakmıyordu, savaşta neredeyse bütün Şeytan Tanrılar ve İnsan Tanrılar ölmüştü. Şeytan canavarlarının içindeki zeka sahibi olanlar yok olacaklarını anlayıp yavrulayıp soylarını dünyanın karanlık ve aydınlık taraflarına bıraktılar, yani İnsan İmparatorluklarına ve Şeytan İmparatorluklarına. İnsan ve Şeytan tanrılar bu yavruların yarısını yok etmişti fakat diğer yarısı çoktan büyümüş ve zekalarını kazanmışlardı. Bazıları antik canavar ve hayvanlar kadar güçlü, bazıları ise çokük ve güçsüzdü fakat halen daha insan ve şeytanların yok etmesi için çok güçlüydüler. Savaş sona erdiğinde milyonlarca yıl süren İnsan ve Şeytan Tanrılarının çağı bitmişti, bunu anlayan İnsan ve Şeytan Tanrılar soylarının devam etmesi için gelişim, savaş, iyileştirme, simyacılık, demircilik ve ruhçuluk tekniklerini normal ve güçsüz olan insan ve şeytanlara bıraktılar. İste bu 9.Gelişim Çağı’nın başlangıcıydı.]

Butün bunlar küçük ayrıntılar şeklinde kitabın bazı bölgelerine saklanmıştı ve bu kitabın sonunda kan ile yazılmış ultra niyet taşıyan birkaç kısa cümle vardı:

[-Ben hem bir İnsan hem de bir Şeytan Tanrıyım. Yine de ölümlüyüm ve mirasçımı arıyorum. Beni anla ve kabul et.

-*NEYI BİLMEDİĞİNİ BİLE BİLMİYORSUN!]

Ve bu cümleler sıra dışı ve ölümcül niyetle yazılmış kitabın nacizane ama korkunç bir şekilde bitmesini sağlayan o cümlelerdi.

Sadece o kitabı okuduğumdan şeytanlar hakkında pekçok bilgi öğrenmiştim. Şeytan imparotorluklarının gücünü ve hiddetini, bizi gerçekten tehtid edebilecek kaç kişi olduğunu ve insanların kibrinin ne kadar yüksekte olduğunu. Okuduğum kitaplar içinde sadece şeytanlar anlatılmıyordu, insanların kibrini de zaten diğer kitaplara bakarak öğrenmiştim hahah.

Beni en çok şaşırtan şey bu değil en büyük şeytan imparatorluklarının nasıl doğduğuydu. Bu olay çok basitmiş gibi görünse de insanlarınkiyle aynı şekildeydi, İlk Şeytan Tanrı 10 isim saydı ve bu isimler onların çocuklarının adıydı, her çocuk birbirinden benzersiz isimlere ve güçlere sahipti. Şu anda da olduğu gibi bir sıralama vardı, resmi bir güç sıralaması. Ay’dan başlayıp Sonsuzluk kısmına kadar uzanan güç kısmı, İmparator ve İmparotoriçelerin arasındaki güç farkları.

İşin garip kısmı ise insanların bu konuyu bilmemesi. Fakat nasıl oluyor da imparotorlukların doğuşu aynı şekilde olabiliyor? Bu çok garipti, sonuçta düşününce akla iki seçenek geliyordu. Ya bu imparatorlukları kuran kişiler aynı kişiydi ya da onlar birbirini çok yakından tanıyordu, hem de aynı yaşamı paylaşabilecek kadar.

Bütün bu kitaplardan çok şey öğrenmiştim, yalan ya da doğru olan pek çok şeyi. Fakat bütün bu okuduğum kitaplardan kesin olarak öğrendiğim 3 şey vardı:

1-Şeytanlar güçlü ama biraz aptallardı.

2-İnsanlar şeytanlardan güçsüz ama onlardan zekilerdi.

3-Gerçek Şeytan Canavarlarının yok olmadığıydı.

Sonuçta Gerçek Şeytan Canavarları yok olsaydı şu anda Dünya üzerinde bu kadar kibir ve savaş olmazdı. Sonuçta bu dünya’nın sahip olduğu tek ırklar İnsanlar ve Şeytanlar değildi. Şeytan canavarlarının da taptığı…hayır inandığı bir şey vardı ve benim o 12 şahısı görmem dünya’nın gerçekten de büyük bir tehlikede olduğunu hissetmemi sağladı çünkü halen daha buradaki varlıkların inanmak için sahip oldukladı birşey vardı.

“Hah….”

“Ne oldu Liss-lun?” ‘Has..Sesli mi nefes verdim ben!’

“Bir şey yok, bir şey düşünüyordum da.”

“Ah anladım.”

“Hah…bu arada Kong-lun.”

“Buyur? Bir şey mi istemiştin?”

“Evet, aslında istedim. Eğer senin için sorun olmazsa şu (lun) ekini bırakabilir miyiz?”

“Oh. Gerçekten mi?

“Evet lütfen.” Kong’un yüzunde bir gülümseme büyümüştü, lun ekini bırakmak insanların birbirlerine karşı bir bağ oluşturdukları anlamına gelirdi ve benim bunu yapmak istemem onun hoşuna gitmişti sanırım.

“Peki nasıl istersen Lissandra-l…pardon Lissandra, sanırım biraz alışmam gerekecek.”

“Haha.”

At arabasından yükselen kahkahalar ile yola devam ettik, zaten neredeyse varmıştık. Bugün sınavın yapılacağı ilk ve son gündü, aynı zamanda sınava katılmak için son şansımdı. Bu yaş sınırı oldukça sinir bozucu ama oldukça doğrulayıcı bir sistemdi. Sonuçta 15 yaşına kadar düzgün bir şekilde gelişim yapamayan bir gencin önünde asla bir gelecek olamazdı değil mi?

~~~~~

At arabası sonunda durmuştu, şehrin merkezinden gelen gürültü şehir kapısından bile duyuluyordu. Oldukça yüksek, eğlence ve hırs dolu seslerdi bunlar. Sonuçta Düşen Yaprak Tarikatının test alanına kayıt yaptırmak için şehir merkezine gitmek gerekiyordu. Sonrasında ise düşük seviyeli bir ışınlanma düzeninden geçip test alanına geliyordun, test alanındaki büyülü taşlar sayesinde insanlar senin testi nasıl yaptığını görebiliyor ve taktiklerini uygulayıp testi geçmeye çalışabiliyordu. Aynı zamanda test alanındaki test öğrentmenleri sayesinde hile olma olasılığı %0’a iniyordu, bu oldukça iyi bir orandı. Tam anlamıyla İMKANSIZDI.

Başka at arabaları ile birlikte şehir merkezine doğru ilerliyorduk, oldukça canlı bir ortamdı. Çok sevecen ve kabul edilebilirdi. Kong’un ailesinin amblemini gören insanların hepsi kibirini bir yere bırakıp kenara çekiliyor ve at arabalarının geçmesine izin veriyorlardı. Açıkçası bunları görmek çok komikti, çünkü insanların güce tapmaları çok ilginçti.

Bu geçen sürede sonunda test kayıt işlemlerinin yapıldığı şehir merkezine gelmiş ve at arabalarını geri göndermiştik. İlk başta Luun’un kaydını yaptırdık, sonrasında ise bana sıra geldi.

Tam kaydımı yaptırmaya gidiyordum ki arkamdan bir ses bana doğru yükseldi:

“Hey sen!” (Yn: Yine geldiler :d) arkamı sakin ve ifadesiz bir şekilde döndüm ve konuştum:

“Bana mı dediniz?” Adam biraz sarsılmıştı, nasıl onunla öyle konuşabildim? Kıyafetindeki amblemi görmüyor muydum?

“Elbette sana dedim. Hemen çekil sıradan seni aptal köle!”

‘Hooo köle he? En nefret ettiğim kelimelerden biri!’

“Peki ya çekilmezsem seni minik öküz?”


Serinin bölüm listesi sayfasına gitmek için tıklayınız.