Azur Kral – Bölüm 133 – Takım Yıldız Aleminde
** 133 – Takım Yıldız Aleminde!”
“Yani diyorsun ki!”
“Evet! Senin güçsüzlüğünden dolayı bu gezegenden çıkamadık. Dönüp dolaştığımızı fark edemedin mi?”
“Demek öyleydi!” Deniz Parvana şaşkınlıkla bacağını tokatladı. “Elbette fark ettim. Tam 15 kere aynı şekilde ilerledik.”
“Evet öyle oldu. Bu gezegenin sınırları seni dışarı çıkarmama izin vermedi. Eğer daha fazla güç kullansaydım çıkabilirdik ama bedenin dayanamazdı. Ancak sana verebileceğim maksimum güç nedeni ile başka gezegene gidemedik. Yine de en azından o kıtaya gitmek istemezdim ama son ana kadar denemek istediğimden sana verdiğim güç tükendi ve o kıtaya girmek zorunda kaldım. Gerçi sonuç beklediğim kadar kötü olmadı.”
“Anlıyorum. Güçsüz olduğumun farkındayım. Sanırım sana çok fazla güvendim.” Deniz Parvana’nın morali biraz bozuldu.
“Moralini bozma. Elbette bana güveneceksin. Sonuçta artık tek bedendeyiz ve karşılıklı bir çıkar ilişkimiz var. Ancak sen sözünü tuttuğunda, yani o kadar güçlendiğinde zaten Ateş Ejder Tanrısı seviyesine gelmiş olacaksın ve tüm gücümü açığa çıkarabileceksin. Yıldızların arasında kimseden korkmadan gönlünce dolaşabileceksin.” Bald’ın sesi sonlara doğru özlem ve keder ile doldu.
“Üzülmene gerek yok. O günleri göreceğiz. Kökenlerimi öğrenmeden ölmeyi planlamıyorum. Ve ben! Deniz Parvana! Sözlerimi her zaman tutarım.”
“Bunu göreceğiz.”
“Deniz Parvana biraz sessiz kaldıktan sonra “Bence denemeliyiz. Bir kere daha deneyelim ve bir boyutsal çatlak arayalım ne dersin?”
“Emin misin?”
“Evet eminim. Belki yakınlarda bir tane bulabiliriz. Vakit kaybetmek istemiyorum.”
“Tamam o zaman! Ama bu sefer maksimum gücü vermeyeceğim. Çünkü güç tükendiğinde kendinen geçeceksin ve ne zaman uyanacağın belli değil. En azından sefil bir şekilde ölmeyeceğimiz kadar güçlü kalmanı istiyorum.”
“Tamamdır. Sendeyiz.”
Onay verildikten sonra Deniz Parvana, çekirdeğinden yakıcı bir enerjinin tüm vücuduna yayıldığını hissetti. Yavaş ve nazikçe yayılan bu yakıcı güç Deniz Parvana’nın derisinin kızıllaşmasına sebep oluyordu.
O anda bedeni o kadar çok sıcaktı ki çevresindeki 10 metrelik alanda tek bir ot kalmadı. Aynı zamanda alnının ortasında kırmızı ejderha pagodası da ortaya çıktı. Bu enerji tüm vücudunu kapladığında patlamış barajdan fışkıran sel gibi bir anda etrafına yayıldı.
Ancak bu enerji çevresine zarar vermedi ve çok hızlı bir şekilde tüm kıtaya yayıldı. Bu enerji Deniz Parvana’dan uzaklaştıkça seyreliyordu. Ancak çok kısa bir anda bir ses duydu.
Daha önce hiç duymadığı kadar soluk bir sesti. Aynı zamanda kadim bir his verdi. Ölmek üzere olan bir tanrının sesi gibiydi.
Deniz Parvana anında o yöne doğru ilerledi ama o ses dair hiçbir şey bulamadı. En ufak bir iz bile yoktu.
“Bald! Tekrar! O sesin kaynağını bulmalıyız.”
Aynı anda o güç tekrar kullanıldı. Bu sefer ses daha yakından geldi. Tekrar tekrar bu gücü kullandılar ama o sesin kaynağını bulamadılar. Deniz Parvana tekrar kullanmak istedi ama artık vücudu dayanma sınırına gelmişti. Bir kere daha kullanırsa ölmese bile sakat kalacağı kesindi.
“Tekrar kullanamayız. Biraz dinlenmelisin.”
Deniz Parvana da vücudunun elbette farkındaydı. Bu yüzden itiraz etmedi ve çevresindeki dağların birinde bulduğu mağaraya girerek birkaç iyileştirme hapı yuttu meditasyon yapmaya başladı.
3 gün sonra zirve noktasına tekrar geldi ve tekrar arayamaya başladılar. Ses giderek yakınlaşıyordu ama yine de sanki hala çok uzakmış gibi hissediyorlardı.
Bu aramaya bir hafta daha devam ettiler. Kıtanın en batısına kadar geldiklerinde sarp bir sağ silsilesi ile karşılaştılar. Bu dağ silsilesinde yaşayan tek bir canlı hissetmediler. Deniz Parvana bu dağ silsilesindeki en büyük dağın zirvesine indi ve tekrar arama yaptılar. Bu seferde yakınlaşamamış olduklarını anlarlarsa bu işten vazgeçeceklerdi.
Ancak öyle olmadı. Bu sefer sanki hemen yanlarındaymış gibi hissetiler. Çevredeki en yüksek yerde olduklarından dolayı bu ses ya dağın içinden ya da altından geliyor olmalıydı. Deniz Parvana ejder kanatlarını çıkardı ve dağ üzerinde bir giriş aradı.
Dağın yerle bitiştiği yere geldiklerinde çok farklı görünen bir kapı buldular. Bu kapıdaki yazılar tozdan okunmuyordu. Deniz Parvana tozları temizledi ama yine de okuyamadığını fark etti.
“Bu simgeler!” Deniz Parvana için bir anlam ifade etmeyen bu kelimeler Bald’in aynı şekilde değildi.
“Ne! Okuyabiliyor musun?”
“Hayır. Okuyamıyorum ama buna benzer simgeleri daha önce gördüm.”
“Nerede gördün!”
“Takım Yıldız Aleminde!”
**
Doğa Kaol ve Melek Parvana, 12 Güneş Derin Deniz Klanı’nda yaşamlarına devam ediyorlardı. Melek Parvana, yaş olarak ilerlediğinden dolay fazla ilerleme şansı yoktu en fazla bu kıtanın sınırı olan Semavi Alem’in 7. Katıydı. Ancak bu durum Doğa Kaol için geçerli değildi. Çünkü o çok gençti ve Deniz Parvana kadar olmasa da yine de bir dahi idi. Özellikle toprak ve su elementlerinde inanılmaz kavrayışı vardı. Bir Su ejderinin mirasına sahip olan Kaim Bu için mükemmel bir öğrenci idi.
Deniz Parvana, zaten Kaim Bu’ya Doğa Kaol’u öğrencisi olarak alabileceğini söylemişti. İkisi de su elementi kullanabiliyordu ve Doğa Kaol’u eğitebilecek tek kişi Kaim Bu’dan başkası değildi.
Kaim Bu’da birkaç test yaptıktan sona gerçekten Kaim Bu’yu öğrencisi olarak alabileceğini anlamıştı. Kabul etti ve hatta Doğa Kaol’a bir damla Su Ejderi kan özünden verdi. Gücü katlanarak artan Doğa Kaol kısa sürede 12 Güneş Derin Deniz Klanı’nda bir kıdemli haline geldi.
Melek Parvana’ da Deniz Parvana’nın üvey annesi olduğundan ve aralarının iyi olmasından dolayı Onursal Kıdemli olmuştu. Gücü yüksek olmasa da ateş elementindeki kavrayışı sayesinde akademide öğretmenlik yapabilecek seviyedeydi.
İkisinin de hayatları iyi gidiyordu. Ayrıca JJ ve Alev Kızıl içinde durum aynıydı. Hallerinden memnun bir şekilde yaşıyorlardı.
Her ne kadar JJ ve Alev Kızıl, Deniz Parvana ‘yı takip etmek ve ona yardımcı olmak istiyor olsalar dahi sadece ona yük olacaklarını da biliyorlardı. Bu yüzden ısrarcı olmadılar. Ancak yine de pes etmeden güçlerini arttırmak için çabalıyorlardı.
Deniz Parvana’nın hala Parlak Gökkuşağı Kıtası’nda olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden onu son bir kere daha görmenin umuduna tutunuyorlardı.
**
Sapsarı bir sarayın içinde, devasa bir odadaki, yerden birkaç metre yükseklikteki tahtta, sıkılmış bir şekilde oturan adam sürekli olarak bıkkınlıkla iç çekiyordu. O anda devasa kapının tokmağı vuruldu ama kapı açılmadı.
“Gel!” dedi o tahtta oturan sıkılmış adam.
Devasa kapı ağırca ama ses çıkarmadan açıldı ve içeriye el pençe divan iki büklüm duran bir adam girdi. Hızlıca tahta birkaç metre mesafeye ulaşınca tek dizinin üzerine çöktü. Yüzü yere bakıyordu. Bu pozisyonunu bozmadan konuşmaya başladı.
“Kral Mua çok yaşa. Stui ailesi çok yaşa…” dedi ve sustu.
“Konuş. Umarım bu sefer can sıkıntımı alacak bir şeyler söylersin.” Dedi sıkılmış kral.
“Kralım. Biliyorsunuz üç yıl kadar önce Clitus adasında bir yardım talebi gelmişti. Aşırı ısrar etmelerinden dolayı kabul etmiştik.”
“Evet. Hatırlıyorum.”
“Kralım, o üç yıl bu ay bitiyor. Üç yıl dediğimizde topraklarımızı genişletmenin eşiğindeydik. Şimdi ise Kutsal Kara Kılıç Gölgesi Klanı’nın yok edilişin ardından kıtaya yayılan karanlık canavarlar sorunu var. Ne yapmamızı arzu edersiniz?”
“Peh! O çöplerle uğraşmaya değer mi ki?” kral derin bir iç çektikten sonra devam etti.
“Tsh! Neyse… Bizimkiler zaten karanlık canavarlar ile ilgileniyor. Yüz tane adam hazırla… Bizzat ben gideceğim. Bakalım neleri varmış bu çöplerin? Belki can sıkıntımı biraz alırlar. Başka bir şey var mı?”
“Kralım, karanlık canavarlar sorunu çok ciddi bir sorun. Cephelerden gelen raporlara göre bu karanlık canavarlar, bilinen karanlık canavarlardan onlarca kat daha öfkeli ve vahşi davranış sergiliyorlar ve onlarca kat daha güçlüler. Kutsal Kara Kılıç Gölgesi Klanı’na en yakın olan Yaşamın Kadim Kökü Klanı ve Kara Hançer Klanı bir anda savaş alanına döndü ve yaşanan kısır savaşlar yüzünden tamamen yerle bir oldular. Sivil halk neredeyse yok edildi.”
“Sonsuz Okyanus Klanı ‘nın merkezi okyanus üzerinde olduğundan dolayı zarar görmeyeceklerini düşünüyorlar ve savaşa neredeyse hiç katılmıyorlar. Bu karanlık canavarlar %50 oranında yok edilmiş olsalar da güçlerimizin bu kısır canavarları tamamen yok edip edemeyeceği belirsiz. Sarayımızda kalan 500 Kadim bizim son savunmamız. Böyle bir durumda 100 tanesinin eksikliği, canavarların saraya yaklaşması durumunda büyük sıkıntılara yol açabilir.”
“Anlıyorum. O halde tüm cephedeki savaşçılara Mor Pullu Çim Haplarından dağıtın. Her askere 3 tane verin. Son çare olarak kullansınlar. Eğer canavarlar buraya gelirse ailelerini nasıl koruyabilirler. Dediğim gibi 100 asker hazırla. Şahsen Clitus adasına gideceğim.”
********************************************************
Yazar’ın Köşesi 🙂
Yeni bölümler her Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri saat 09:00’da…
Takipte kalın.
NOT: Arkadaşlar sitemizin tam ortasında yer alan Abone Ol kısmından abone olursanız her yazımızda mail alırsınız. Bu şekilde bir bölüm attığımda haberiniz olur. 😉
Keyifli Okumalar…
Seri Sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.
********************************************************