Artık Issız Yolu geçtikleri için daha rahat yürüyorlardı. İlk başta cesaret edemeyip ona hiçbir şey soramayan Kalkan ablasının yanına geldi.
‘’Neden Kralsız Ülke? Hem buradan oraya gitmemiz aylar sürebilir.’’
Kızıl Prenses onu süzdükten sonra ‘’Bir an yaralandığını sandım. Sormak istediklerini direk sor. Benim hakkımda neler düşündüğünü söylemek istiyorsan bu tür sefil yollara başvurma.’’
Kalkan daha fazla kendini tutamadı. Azıcık dökülen gözyaşlarıyla içindekilerini herkesin duyabileceği bir sesle dışarıya vurdu.
‘’Senden korkuyorum. Ne düşündüğünü ne hissettiğini bilemiyorum. Arkamızda kaybettiklerimize bakmadan ilerlememizi istiyorsun. Sanki senin için hiçbir değerimiz yokmuş gibi. Sadece kendi amacın için araçlarmışız gibi davranıyorsun. Babamların durumun iyi olduğundan eminsin ama..’’ biraz bekledi gücünü toplayınca ‘’Abimizin kaybına hiçbir tepki vermedin!!’’
Artık az olan gözyaşları sel olup akıyordu. Dizlerinin üstüne çökmüş kaybının yasını tutmaya başlamıştı. Bunu yaparken de tek değildi. Serçe ve Ahtapot da aynı onun gibi Kızıl Ayı’nın kaybı için ağlıyordu.
Kalkan kız kardeşinin ağladığını görmesi onu biraz rahatlattı. Son zamanlarda rol modeli olan ablası gibi duygusuz olmasından korkuyordu. Ama o hala ikiziydi.
Kızıl Prenses ağlayan küçük kardeşinin yanına geldi. Eğilerek onun omzuna dokundu. Kalkan başını kaldırıp ona baktığında onun kırmızı gözlerinin dolduğunu gördü. Prenses onu kaldırdıktan sonra sarıldı. Bu Kalkanı iyi hissettirdi annelerinin ölümünden sonra en son ne zaman sarıldığını hatırlayamıyordu.
Sarılma bittikten sonra ‘’Korkunç şeyler yaşadık, yaşıyoruz. Şimdi bunların etkisiyle durursak tüm kaybettiklerimiz boşa gitmiş olacak. Ben burada ikizimi kaybettim. En büyük kayıp benim eğer pes edersem bu kayıp anlamsız olacak. Sahip olduğum çok az şey kaldı.’’ İşaret parmağı ile önce Kalkanı sonra Ahtapotu ardından Serçeyi gösterdikten sonra parmağını anormal çocuklara çevirdi. ‘’Sizleri de kaybetmek istemiyorum. Bu yüzden devam etmeliyim. Ne olursa olsun. O çocukları da eski hallerine geri getireceğiz. Böylece tüm kayıplarımızın bir anlamı olacak.’’
Ablasının konuşması Kalkana cesaret verdi. Gözyaşlarını sildikten sonra yavaşça ayağa kalktı. Sadece o değil Ahtapot ve Serçede cesaretlenmişti. Hepsi Kızıl Prensesin gösterdiği yolda ilerlemeye başladılar.
Hiçlik şehrinin uzun binalarını görüyorlardı. Ama yollarını şehre değil dışında kalan kasabaya çevirdiler. Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından kasabaya geldiler. Pek tekin görünmüyordu. Zaten serbest bölgede bulunan insanların çoğu ya aranan ya da arananları avlamaya gelen kelle avcılarıydı. Ama kasabanın girişinde terk edilmiş binalar vardı. Hepsi yıkık döküktü. Bu bölgede sık sık çete savaşları olduğundan bu tür binalar görmek çok normaldi. Eski bina olduğu gibi bırakılırdı. Kazanan çetenin diğer çetelere bir uyarısı olarak.
Kızıl Prenses binalara şöyle bir baktı sonra dört bina ilerisindekine doğru yöneldi. Serçe onun nereye gittiğinden emin olmasına şaşırarak ‘’Nereden biliyorsun gitmemiz gereken yeri?’’
Kızıl prenses sanki kendi kendine konuşurcasına ‘’Haydutların liderine söylettim… Ayıyı öldürmesinden sonra…’’
‘’Nereden biliyorsun doğruyu söylediğini? Belki bizi bir tuzağa çekiyorlar. Belki daha büyük kayıplar vereceğiz?’’
Kızıl Prenses bağırarak ’’Artık her şeyini kaybetmiş ruh halinden çık!! Sen hiçbir şey kaybetmedin kaybeden biziz.’’ Dedi ve ikisininde yüzünde bir hüzün belirdi sonra ekledi ‘’Hayır özür dilerim senin de kaybın büyük. Belki fark etmişsindir bir süredir senden hoşlanıyordu.’’ Bu son söz Serçe’yi titretti Kızıl Ayının kendinden hoşlandığına dair şüpheleri vardı aslında şüphe değildi zaten biliyordu.
Kızıl Prensesi takip ettiler terk edilmiş binanın bodrumuna indiler. Aşağıda ışınlanma çemberi vardı. Kızıl prenses herkesin o çembere girmesini emretti. Kendi çemberin yanındaki kumandan bir şeyler kurcaladıktan sonra o da çemberin içine girdi. Tekrar ışınlanıyorlardı. Bu sefer daha tehlikeliydi çünkü hali hazırda çok enerji kaybetmişlerdi ve yaralılardı.
Kızıl Prenses, Kalkanın aklından geçenleri okumuşçasına ‘’Bu biraz sarsıntılı olacak ama merak etmeyin verdiğim taşlar sayesinde çocuklara bir şey olmayacak.’’ Dedi.
Gözlerini açtığında bir süredir kendinde olmadığını fark etti. Etrafına baktı ablası ve Serçe dışında herkes baygındı. Midesi bulanıyordu ama dayandı. Ablasıyla Serçe bir şeyler konuşuyordu ama duyamıyordu. Bir bahçedeydiler sanki kendi şatolarının bahçesinde ama değildiler. Onların şatosunda bir kule yoktu. Etraf çok karanlıktı etrafı aydınlatan yerdeki ışınlanma dairesiydi ama onunda ışığı azalıyordu. Birkaç saniye sonra Serçe’nin ‘’… hani çocuklar içindi?’’ sesi öfkeli geliyordu.
Ablası gayet rahat ‘’Onlar için geldik zaten. Yapmamız gereken daha önemli şeyler var. Daha sonra açıklamama bile gerek kalmayacak.’’ Dedi Kalkan’ın kendinde olduğunu gördü.
‘’Küçük kardeşim diğerlerini uyandır yapmamız gerekenler var.’’ Dedi.
Kalkan açıklama bekleyerek ‘’Abla neresi burası? Neler oluyor artık anlayamıyorum?’’
Kızıl prenses öfkeyle ‘’Yeter! artık herkese teker teker açıklama mı gerek? Kralsız ülkedeyiz ve yapmamız gerekenler var acele et.’’ Kalkan ablasının emrine itaat etti. Herkes kendine gelmişti. Çocuklar yine her zaman ki gibi konuşmuyor tepki vermiyordu.
Kızıl prenses ‘’Sona yaklaştık, son kez açıklıyorum. Kralsız ülkedeyiz bir kuledeyiz. Amacımız burada bir makine olacak neye benzediğini bende bilmiyorum. Tuhaf bir şey bulursanız haber verin.’’ Diye emretti karşısındaki dokuz kişiden sadece üçünün bir açıklamaya ihtiyacı vardı diğer altısı zaten ne emredilirse onu yapıyordu. Kızıl Prenses başka bir şey söylemeden kulenin kapısından içeri girdi. Sessiz olanlar onu takip etti.
Serçede biraz yalnız kalmak istediğini söyleyip onlardan uzaklaştı. Artık uzun bir aradan sonra tekrar baş başa kalan ikizler kalede ablalarının söylediği şeye benzer bir şeyi aramaya başladılar.
İlk konuşmak isteyen Ahtapot oldu ‘’Neler oluyor?’’
Kalkan ‘’Annemizi kaybettikten sonra bir şeyler hep yanlış gitti. Fakat şu geçen birkaç gün için soruyorsan hiçbir fikrim yok.’’ Başka bir şeyde konuşmadılar çünkü konuşacak güçleri yoktu.
Büyük bir kuleydi aslında kaleden çok şato gibiydi. Fazlasıyla büyük odalar uzun koridorlar vardı. İçinde gezerken insanı ürperten bir havası vardı. Bu tarz bir yapı daha önce hiç görmemişlerdi. Kule tamamen boştu daha önce insanların yaşadığına dair bir belirti yoktu. Odalara bakarken çocuklardan birini gördüler çocuk hiç konuşmamasına rağmen aranan şeyin bulunduğunu anlamışlardı. Çocuğu takip ettiler. Önce büyük bir salona girdiler salon pencereden giren ışıklara rağmen kasvetli ve karanlık görünüyordu. Salonu sonunda bir kapıdan daha geçtiler. Herkes oradaydı ablası duvarın sonunda bir şeyin önünde duruyordu. Daha önce böyle bir şey görmemişti. Siyah dev bir küreydi pürüzsüz bir yüzü vardı eğer duvara dayalı olmasa rahatlıkla yuvarlanırdı.
Kızıl prenses küreye dokundu, dokunduğu yerde küçük bir kapı açıldı. İçinden siyah renkte taşlar çıktı. Yaşam taşlarına benziyordu fakat daha önce siyah olanlarını ne duydu ne görmüştü. Taşları altı çocuğa dağıttı. Serçe ‘’Kı..’’ derken Kızıl Prenses eliyle sus işareti yapıp ‘’İzle’’ dedi. Çocuklara taşları yemelerini emretti. Emre itaat eden çocuklar taşları hemen yuttular.
Birkaç saniye sonra çocuklarda bir tuhaflık olmaya başladı. Etraflarındaki yaşam enerjisi değişti.
Çocuklardan biri ‘’Bunun tadı berbat.’’ Dedi ilk kez aralarından biri konuşmuştu. Diğerlerinden de cümleler çıktı ‘Burası ne biçim yer beni öfkelendiriyor.’’ Başka biri ‘’Çok uykum geldi.’’ Gibi cümleler söylediler biri ağlamaya başka biri kahkahalarla gülmeye başladı. Sadece aralarında biri konuşmamıştı fakat eskisi gibi bir duruşu da yoktu. Hareketleri hala tuhaftı sanki birkaç dakika öncesinde bir zombi değillermiş gibi davranıyorlardı.
Kızıl Prenses ‘’İşe yaradı. Artık bir süre buradayız çocuklar. Şimdi…’’ Dedi. Serçe’nin öfkeli sesi ‘’HERKES DIŞARI ÇIKSIN!!!’’ etraf sessizleşti Kızıl Prensesin yüzünde rahatsız bir ifade vardı. ‘’Minik kuşu duydunuz dışarı çıkın.’’ Diye emir verdi.
Serçe ‘’Kalkan, Ahtapot siz durun.’’ Dedi sesi daha sakindi. Biri hariç çocukların hepsi odadan çıktı. Dışarı çıkmayan çocuk Kızıl Prensesle aşağıya düşen ve onunla geri dönen çocuktu. Başında yarasını saran bezi çıkardı ve hafif alaycılıkla dedi ki ‘’Sanırım burada ki konuşma bizi de ilgilendirecek. Bizden en büyükleri benim. Buda beni onların abileri yapar.’’
Serçe’nin öfkesi tekrar arttı. Tam bağıracakken ‘’Bence sorun olmaz.’’ Dedi Kızıl Prenses. ‘’Artık şu öfkeni kus bakalım minik kuş.’’
Serçe ‘’Bana öyle demeyi etmeyi kes. Artık çocuk değiliz. Burada neler oluyor? O şeyde neyin nesi? Onun içindekilerde neydi? Sen bunları nasıl biliyorsun?’’ hızlıca konuşuyordu artık öfkeden çok hüzün vardı sesinde dokunsalar ağlayacak gibiydi.
Kızıl Prenses ‘’Evet haklısın artık çocuk değiliz. Şimdi şu sorularına geçelim. Babalarımızın ihanete uğramasının sebebi bu. Onlar dünyayı değiştirmek istiyordu. Babamın getirdiği çocuklar. Önceden hiçbir sanat güçleri yoktu işlemleri yarımdı, şimdi ise tamamlandı. Artık sıradan insanlar bile güçlü sanat kullanıcısı olabilir.’’
Yanında ki beyaz saçlı ‘’Şikayetçi değilim.’’ Dedi Kızıl Prenses devam etti.
‘’İmparatorluktakiler bunu öğrendi ve bu işten memnun olmadılar. O aptalların isteği yaşam sanatını yok etmek. Böyle bir şeyi kabul etmediler. Hikayenin geri kalanını biliyorsun zaten.’’
Serçe tekrar öfkeyle ‘’Bunları neden daha önce söylemedin! Hani babamlar çocukları kurtarmıştı. Hani buraya çocukları düzeltmek içindi.’’
‘’Ve düzeldilerde o konuda tamamen doğruyu söyledim. Diğer konu babalarımızın planı hakkında sadece gerçeği biraz çarpıttım. Yinede bu onların ihanette uğradıkları gerçeğini değiştirmez. Hem söyleseydim bize sıkıntı çıkarabilirdin ayrıca sana ihtiyacımız olabilirdi.’’
Serçe ‘’Peki şimdi niye durayım?’’
Kızıl Prenses ‘’Beni aşağılıyorsun minik kuş. Bunca yıllık arkadaşlığımızda beni hiç tanımadın mı? Elbet seni burada tutacak bir kozum var.’’
Serçe öfkeyle ‘’Beni hiçbir şekilde burada tutamazsın gerekirse seninle savaşırım.’’ Dedi.
‘’Seni durdurmam için savaşmama gerek yok.’’ Dedi. Cebinden bir bilezik çıkardı bileğine taktı. ‘’Bakalım işe yarıyor mu?’’ dedi ve kolundaki bilezik parladı…
Serçe gözünü açtığında yerde diz çöktüğünü gördü. Ne olmuştu? Ayağa kalktı diyebildiği sadece ‘’Bana ne yaptın?’’ Tek hissettiği bedeninin zorlandığıydı.
Serçe birkaç gün önce, imparatorluğun kaleye saldırmadan önceki günü hatırladı. Kızıl Kaplanın şatosundaydılar. Serçe pencereye yaslanmış eski güzel günleri hatırlıyordu. Annesiyle beraber bahçede oynadıkları zamanı tekrar gözünde canlandırırken arkadan bir ses geldi. ‘’Özlüyorsun değil mi?’’ İrkildi arkasına baktı bu Kızıl Kaplandı. ‘’Amca sen miydin? Beni korkuttun. Evet özlüyorum hem de çok. Ne kadarda değerli zamanlarmış.’’
Bir şeyler tersti babasının en yakın arkadaşını hiç böyle görmemişti. Yüzü gözü şişmişti uzun zamanadır uyumuyormuş gibiydi. Yanına geldi o da pencereden bahçeyi izledi. ‘’Haklısın değerli zamanalarmış. Eşim ve annen bu bahçeyi çok severlerdi. Onların atışmalarını o kadar özlüyorum ki.’’
Serçe gülümsedi ‘’Birbirlerini çok severlerdi, o atışmalar herkes için eğlenceliydi.’’
Kızıl Kaplan ciddileşti ‘’Onları geri getirmek için ne yapardın Serçe?’’ Serçe bu beklenmedik soru karşısında aklına ilk gelen şeyi söyledi.
‘’Her şeyi yapardım.’’
Kızıl Kaplan ‘’Teşekkür ederim beni hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyordum.’’ Bu cümleden sonrasını hatırlayamıyordu.
Kendi yatağında Ahtapot tarafından uyandırıldı. Gece olmuştu, ne zaman odasına gelmişti? Biraz önce rüya mı görmüştü? Fakat ne zaman yattığını hatırlamıyordu. Bunu düşünecek zamanı yoktu Ahtapotun ‘’Saldırıya uğradık.’’ Sözü aklını dağıtmasına yetmişti. Ve birkaç gün sonrada buraya gelmişlerdi…
Serçe fısıldayarak ‘’Rüya değildi.’’ Dedi. Kızıl Prenses onu duymamıştı.
‘’İşe yaraması harika. Artık düşmanlarımızı idam ya da hapislerde çürütmemiz gerekmeyecek onları ordumuzun sadık askerleri yapabileceğiz. Evet minik kuş biraz önce senin kontrolünü bendeydi. Artık bir şey denemeden önce seni kontrol edebildiğimi hatırlaman iyi olur. Sakın beni suçlama bu babalarımızın planıydı.’’ Serçe hiç bir şey söylemeden odadan çıktı gitti.
Kızıl Prenses ‘’Buradaki işimiz bittiğine göre sıradakine geçebiliriz’’ dedi o ve ağzını hiç açmayan çocukla beraber çıktı. Oda da yalnızca iki ikiz kardeş kalmıştı. Kalkan kız kardeşine anlamsızca baktı o da ona aynı şekilde bakıyordu…
4.BÖLÜMÜN SONU