Merhaba arkadaşlar, bu kez de az bilinen movielerden olan ve bir arkadaşın tavsiyesi üzerine başladığım ve bırakamadığım bu anime filmini tanıtmak istiyorum, keyifli okumalar 🙂

İlk söylemem gereken şey, filmin Satoshi Kon’a ait olduğu. Yani yönetmenliğini o yapıyor. Eğer Paprika veya Perfect Blue izlediyseniz yapımlarının muhteşemliğini biliyorsunuz demektir, Perfect Blue’yu bilmiyordum ama Paprika’yı şahsen çok beğenmiştim ve birkaç kez izlemişliğim vardır. Demem  ki, sırf yönetmen için bile izlenebilir diye düşünüyorum.

Filmin çizimlerinin kendine özgü, göze hoş gelen bir tarzı var. 2002 yapım olduğundan dolayı animasyonlar günümüzdeki kadar iyi değil, ama bir 90’ların filmiyle karşılaştırdığınızda da kötü olmadığını görüyorsunuz. Yani aslında bir tür ara döneme denk gelmiş, her ikisinden de izler taşıyor. Tabi kendine özgü dediysem burada kastım bir Aku no Hana gibi yeni bir tarz yarattığı anlamına gelmiyor, bilindik anime çizimlerine uygun ama aynı zamanda gerçekçilik hissini de verebilen bir stile sahip.

Filmin başka bir güzel yanı, kadının hayat hikayesini dümdüz anlatıp geçmek yerine, kadınla röportaj yapan adam ve kameramanı da işin içine dahil etmiş olması. Bu arkadaşlar aslında kadınla röportaj yapıyor, bu röportajı yapan da kadının bütün filmlerini izlemiş büyük bir hayranı ama röportaj sırasında bunlar sanki geçmişe gitmiş gibi oluyorlar. Ama aynı zamanda da kadının filmleri içinde dolaşıyorlar. Bu yönden biraz kafa karıştırıcı, neresinin gerçek neresinin film olduğunu anlamak zor. Başlarda kadının gerçek üzerine kurgulanmış bir filmi gibi, ama sonra fantastiğimsi başka bir şeye geçiyor. Ve kameraman sürekli çekiyor. Zaten filmde onun kadar acı çeken yok. Ne çektiyse o çekti.

Eklemek istediğim bir şey, kadının gerçekte var olup olmadığını ben de çok merak etmiştim ama gerek Türkçe gerek İngilizce kaynaklarda baktığım halde gerçek olduğuyla ilgili bir şey bulamadım. Sadece bir anime karakteri olarak çıkıyor. Dolayısıyla bundan sonra film başta olduğunu düşündüğüm biyografi türünden çıkıverdi. Zaten o tür bir şey olsaydı yönetmen bu kadar özgür olamazdı tabii.

Filmde aksiyon hiç durmuyor. Kadının gerçek hayatı bile aksiyona sahipmiş, filmleri de aksiyonlu. Gerçekten hayranı olan adamı anlıyorum doğrusu. Ve yönetmen de cidden film içinde film yaratarak harika bir iş çıkarmış. Bir yerden sonra film ile gerçeğin birbirine karışması bana acayip Paprika deja vu’su yaptı.

Filmde cidden en sevdiğim karakter kameraman arkadaş ya, adamın sürekli yüzünden düşen bin parça ama en mantıklı düşünen ve en harika tespitleri yapan da o. Gerçi öbür adam da her fırsatta filme dahil oluyor ama o kadar sempatik değil bence. Kameraman arkadaşın adı Torakichi’ymiş, ben de bunları yazarken öğrenmiş oldum. Aslında filmde söylüyor zaten ama filmleri izlerken isimleri akılda tutmak bana hep zor gelmiştir. Normal serilerde isimler rahatça öğrenilecek kadar fazla tekrar ediliyor zaten ama filmlerde bu çok daha az olduğundan öğrenmek zor, unutmaksa çok kolay. Koe no Katachi’deki karakterlerin isimleri sorulsa bir çoğunu hatırlamam şimdi ama izleyeli kaç yıl olduğu halde Mirai Nikki’deki Dedektif Kurusu’yu unutamıyorum, belki böyle söyleyince kulağa komik geldiğinden dolayıdır.

Filmde dram, romantizm, heyecan çok iyi bir oranda bir araya getirilmiş. İnsanın içini bunaltan uzun romantizm sahneleri yok, zaten aslında çok fazla romantizm de yok çünkü bir karşı taraf eksikliği var. Romantizm seven biri olduğum halde saçma sapan uzatılan boş gereksiz sahnelerden haz etmediğim için bu filmde sahnelerin kısa tutulması beni memnun etti. Kısa tutulmadan kastım da şu, mesela bir sahnede karşı taraf bir şey söylüyor, kız da kızarıyor ama 1 saniye sonra direk başka bir şey sokuluyor oraya ve sahne sona eriyor. Tabi böyle anlatınca pek iyi gelmemiş olabilir, biraz anlatılmaz yaşanır tipi bir şey. Beni en etkileyen sahnelerden biri Chiyoko’nun, adamın duvara çizdiği resmini gördüğü kısımdı. Bayağı duygulanmıştım.

Son Güncelleme: 17 Mayıs 2018